"SANAT İYİLEŞTİRİR; BEN İYİLEŞTİM"




Tarih: 14 Ekim 2025 Salı 10:00

ABDULLAH ÖZTÜRKMEN

Tarsus’tan Mersin’e uzanan bir yaşam… Kazayla kırılan bacağına rağmen kalemini bırakmayan Fikret Yalçın, sanatı bir mücadele biçimi olarak benimsedi. Hiçbir zaman tamamen düşmediğini kaydeden Yalçın, “Sadece biraz dinleniyorum. Sanat insanı iyileştirir; ben iyileştim, sıra sizde!” dedi.

Fikret Yalçın, yalnızca bir tiyatrocu ya da yazar değil; aynı zamanda direnmenin, üretmenin ve insan kalabilmenin adı. Sesi bazen kısılmış, sahnesi daralmış olabilir ama onun ışığı hâlâ sahnede yanıyor. Ve o ışık, Mersin’in kültür tarihine kazınmış bir emekçinin ışığıdır.

Okul sıralarında başlayan tiyatro tutkusu onu Mersin’in en üretken amatör tiyatro topluluklarından birinin kurucusu yaptı. Yıllarca sahnede hem güldürdü hem düşündürdü, sonra kalemiyle sessizlerin sesi oldu. Bugünlerde bir trafik kazasının ardından yeniden sağlığına kavuşmayı bekleyen Yalçın’la; hayatını, sanatını, inançlarını ve direnişini konuştuk.

Fikret Bey, öncelikle geçmiş olsun dileklerimi iletmek isterim. Zor bir dönemden geçiyorsunuz. Bu süreçte neler hissediyorsunuz?

Teşekkür ederim. Evet, dört ay önce bir trafik kazası geçirdim. Zaten engelli bir bireydim, bu kazada sağlam olan bacağım da kırıldı. Şimdi evdeyim, yeniden yürüyebileceğim günleri sabırla bekliyorum. Ama bu süreci bir yıkım olarak görmüyorum. Her şeyde bir anlam aramaya alışkınım. Bu dönem bana düşünme, yazma ve geçmişe dönüp yeniden değerlendirme fırsatı verdi.

“SAHNE TOZUNU ERKEN YUTTUM”

Sanata olan ilginiz çok küçük yaşlarda başlamış. O yıllara dönersek… Fikret Yalçın nasıl bir çocuktu?

Ben Tarsus’ta doğdum, 1965 yılıydı. Çocukluğum kitaplarla, okul müsamereleriyle geçti. O yıllarda sahneye çıkmak, alkış almak benim için tarifsiz bir mutluluktu. İlkokuldan liseye kadar hemen her tiyatro oyununda bir rolüm vardı. Sahne tozunu erken yuttum diyebilirim. Hâlâ o çocukluk heyecanımı kaybetmedim.

Profesyonel anlamda tiyatroya yönelmeniz nasıl oldu?

Liseden sonra kamu kurumunda çalışmaya başladım ama tiyatro sevgim içimde büyümeye devam etti. O dönem rahmetli İsmet Barlas yönetimindeki Mersin Bölge Tiyatrosu’na katıldım. Orada oyunları defalarca izledim, sahne arkası disiplini öğrendim. Not defterime her repliği, her dekor değişimini yazardım. Ustalarım Yaşar Orası, Turgut Şahin ve Tamer Güven’di. Onlar bana sahnenin sadece bir gösteri değil, bir sorumluluk olduğunu öğretti.

Engelli bir birey olarak tiyatro sahnesinde olmak o dönemlerde pek de alışılmış bir durum değildi. Zorluk yaşadınız mı?

Çok. Ama hiçbir zaman geri adım atmadım. 1980’li yılların ortasında Türkiye Sakatlar Derneği Mersin Şubesi'nde aktif görev alıyordum. O dönem hem dernek çalışmalarına hem de sanata yoğunlaştım. Engelli bireylerin yaşadığı sorunları anlatmak istedim. Kendi yazdığım “Bu Ne Biçim Şirket” adlı oyunu Mersin ve çevre ilçelerde defalarca sahneledik. Oyun hem güldürdü hem düşündürdü. O sahnede durmak, bizim de var olduğumuzu, hayata katkı sunduğumuzu göstermekti.

“ENGELLER YALNIZCA BEDENDE DEĞİL”

Bu noktada tiyatro sizin için bir terapi mi, yoksa bir direniş biçimi mi?

Çok Her ikisi de. Tiyatro, insanı insana anlatan bir sanat. Ben sahneye çıktığımda hem kendi içimdeki acıları iyileştiriyorum hem de topluma bir mesaj veriyorum. Engeller yalnızca bedende değil, zihinlerde. Sanat bunları kırmanın en güçlü yolu.

Daha sonra çocukluk arkadaşınız Okan Erden ile bir tiyatro kurdunuz. O süreç nasıl başladı, nasıl gelişti?

Okan, çocukluk arkadaşımdı. Aynı mahallede büyüdük, aynı hayalleri paylaştık.

Birlikte Mersin Amatör Sanat Tiyatrosu (MAST)’u kurduk. Her şey hazırdı, açılışa günler kalmıştı ki… Okan’ı bir trafik kazasında kaybettik. O an dünyam başıma yıkıldı. Ama vazgeçmedim. Onun adını yaşatmak için tiyatronun adını Okan Erden Amatör Sanat Tiyatrosu (OKAST) olarak değiştirdim. 97 yılına kadar Mersin ve çevresinde sayısız çocuk ve yetişkin oyunları sahneledik. Okan her oyunda bizimleydi.

2011 yılına kadar aktif olarak tiyatroya devam ettiniz ama sonrasında biraz uzaklaştığınızı biliyoruz. Neden?

Çünkü artık destek göremedim. Ne yerel kurumlar, ne özel sektör, ne de bazı sanat çevreleri engelli bir tiyatrocunun ciddiye alınmasına alışkındı. Ben hiçbir zaman yağcılık yapmadım, çıkar peşinde koşmadım. Bu yüzden de köşeye itildim. Ama küsmedim. Yalnızca sessiz kaldım bir süre. Sanatın kapısını kimseye kapatmadım, sadece kendi içime döndüm.

O dönemde yazıya yöneldiğinizi biliyoruz. Sosyal medyada paylaştığınız aforizmalar oldukça ses getirdi. Yazma süreci nasıl başladı?

Yazmak aslında içimde hep vardı. Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte düşüncelerimi kısa cümlelerle paylaşmaya başladım. İnsanlar bu cümlelerde kendilerini buldu. Bir baktım ki büyük bir kitle oluşmuş. Sonra dedim ki, “Bu sözler kaybolmasın.” Böylece kitaplar geldi ardı ardına.

Dört kitabınız yayımlandı. Okurlarınız için kısaca bahseder misiniz?

Tabii. İlk iki kitabım “Sosyal Medya Seçkilerim 1” ve “2”. Bu kitaplarda paylaştığım aforizmalar, kısa denemeler yer alıyor. Üçüncü kitabım “Haykırış”, bir tiyatro oyunum. İnsanların içsel çatışmalarını, toplumsal baskıyı anlatıyor. Son kitabım ise “Sessizlerin Sesi”. Gazete köşe yazılarımdan derlendi. Bu kitapta adaletsizliğe, sessiz bırakılan insanlara yer verdim.

Bir anlamda kendi hayatımı da anlattım.

“SANATÇININ GÖREVİ; GÖSTERMEK, HATIRLAMAK, SORGULATMAK”

Yazılarınızda ve konuşmalarınızda muhalif bir duruşunuz dikkat çekiyor. Bu size zaman zaman bedel de ödetmiş anlaşılan. Biraz bahseder misiniz?

Tabii Evet, doğru. Ben Atatürkçü bir insanım. Cumhuriyet değerlerine, laikliğe, özgür düşünceye inandım. Haksızlığa sessiz kalamam. Bu yüzden zaman zaman ifade verdim, para cezaları ödedim. Ama vicdanım rahat. Çünkü doğru bildiğimi söyledim. Sanatçının görevi de budur zaten: Göstermek, hatırlatmak, sorgulatmak.

2007’den itibaren engelli hakları konusunda da aktif bir rol oynadınız. Bu alanda neler yaptınız?

O yıllarda engelli bireylerin sosyal hayata katılımı için çok mücadele ettik. Toplantılar, paneller, farkındalık etkinlikleri düzenledik. Yerel yönetimlerle defalarca görüştük. Amacım, engellilerin toplumdan izole edilmediği bir Türkiye’ydi. Bugün gelinen nokta fena değil ama hâlâ gidilecek çok yol var.

Bugün geriye dönüp baktığınızda, hayatınızda sizi en çok gururlandıran şey nedir?

Sahneye çıkan o küçük engelli çocukların gözlerindeki parıltı. Bir de insanların bana “sayenizde yeniden okumaya başladım” demesi. Benim için en büyük ödül bu.

Peki bundan sonrası için planlarınız neler?

Öncelikle sağlığıma kavuşmak istiyorum. Yeniden yürümeye başladığımda belki sahneye dönerim. Yeni bir oyun fikrim var, adını şimdiden koydum bile: “Ayağa Kalkmak”.

Hem fiziksel hem ruhsal anlamda kalkmayı anlatıyor. Çünkü ben hiçbir zaman tamamen düşmedim; sadece biraz dinleniyorum.

Son olarak okurlarımıza, genç sanatçılara ne söylemek istersiniz?

Sanatı bir geçim aracı değil, bir yaşam biçimi olarak görün. Kimsenin alkışına teslim olmayın.

Gerçek sanatçı, önce kendine ayna tutandır. Ben yıllardır söylüyorum: “Sanat insanı iyileştirir.”

Ben iyileştim, sıra sizde.”

 


Etiket:


Yorum Ekle comment Yorumlar (0)

 
 
  SOSYAL MEDYA
 
 
  GAZETEMİZ
 
 
  BASIN İLAN
 
 
  HAVA DURUMU
 
 
  FACEBOOK
 

 
 
 


 

Siteden yararlanırken yayın politikamızı okumanızı tavsiye ederiz. mersinhakimiyet.com © Copyright 2019-2025 Tüm hakları saklıdır.
İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz. mersinhakimiyet.com basın ve yayın meslek ilkelerine uyar.

URA MEDYA