HAYAT TESADÜFLERİ SEVSE DE… “HİÇBİR ŞEY TESADÜFEN DEĞİLDİR!”




Tarih: 31 Ekim 2025 Cuma 11:37

RÖPORTAJ: RAZİYE ERDEN YILDIRIM

Ressam Mehmet Yafgu, çocukluğunu, eğitim hayatını, resim sanatındaki yol haritasını ve günümüz gerçekliği yapay zekâyı Hakimiyet’e anlattı: “Adım adım ilerlemek gerek. Gerçekçiliği öğrenmek, ışık-gölge ve çizgi değerlerini doğru görmek şart, sanatta da hayatta da!”

Bitlis’in köyünde…Küçük yaşta resim çizmeye başladı. Yeteneğinin farkında bile değildi. Öğretmeni keşfetti sonrasında beraber mücadeleye başladılar. Amaç, yeteneğinin bir köyde yitip gitmemesi içindi. Mehmet Yafgu da izin vermedi... Hırslıydı, ressam olacaktı. Ailesini karşısına aldı. Ekmek parasını sanatıyla kazandı, okudu. Eğitim hayatını derecelerle tamamladı. Şimdilerde ‘iyi ki yapmışım’ diyor ve herkese hayallerinin peşinden gitmesini öneriyor. Mehmet’in eşi de kendisi gibi ressam. Bir de oğulları var, yeni bir ressam yetişiyor diyebiliriz… Oğlu da başlamış tasarımlara… Babasından daha şanslı bir çocukluk geçireceği aşikâr...

Sanata tutkuyla bağlanan Mehmet Yafgu ile köyden başlayıp sergi salonlarına uzanan yolculuğunu konuştuk.

Öncelikle sizi tanıyalım…

Küçük yaşlardan buyana sanatta uğraşıyorum, 31 yaşındayım. Resim yapmaya 7-8 yaşlarında başladım. Ortaokulda öğretmenim yeteneğimi keşfetti. Akademik olarak baktığımızda yaklaşık 20 yıl bir eğitim sürecim oldu. Birçok kişisel resim sergim oldu. Üniversite yıllarında dört karma sergiye katıldım. Mezuniyetimde Odakule Sanat Galerisi’nde ilk kişisel sergimi açtım. Ardından Arkeoloji Müzesi Resim Sanat Galerisi’nde ikinci sergimi gerçekleştirdim. Sayısız karma sergi ve sanat fuarına katıldım. Özellikle Mersin’de geçen yıl düzenlenen ilk resim sanat fuarı önemli bir adımdı, yer aldım. Şehir dışındaki müzelere de eser gönderiyorum, üretmeye devam ediyorum.

O zaman yeteneğiniz ortaokulda mı keşfedildi?

Evet, ortaokulda. Resim öğretmenim keşfetti. Ortaokuldayken bir yıllık bir eğitim sürecim oldu. Sonra Güzel Sanatlar Lisesi sınavına girdim. Sınava katılım fazlaydı, buna rağmen birinci oldum. Hiç birinci olacağımı düşünmemiştim ama kazandım. Derece ile mezun oldum. O zamanlar sanatla ilgili hedefim ekmek veya para kazanmak değildi. Temel amacım hayata bir iz bırakmaktı.

Peki, resim yapmayı seviyor muydunuz yoksa sadece çizmek için mi çiziyordunuz?

Seviyordum. İçten gelen bir duyguydu, çok seviyordum. İlkokul ve ortaokul yıllarımda Leonardo, Caravaggio gibi ustaların eserlerine kitaplardan bakıyordum. Dikkatlice inceliyor, merak ediyordum. Büyük bir hayranlık duyuyordum.

O yıllarda ailelerin sanat anlayışı da farklıydı, değil mi?

Tabii. Resim görünce şöyle bir dururlardı. Aileler genelde çocuklarının doktor, mühendis olmasını isterdi. Sanatı para getiren bir iş olarak görmüyorlardı. Bizde de aynı durum vardı.

AİLEMİ TEHDİT ETTİM, “İNTİHAR EDERİM” DEDİM

Ailenizi nasıl ikna ettiniz?

Babam ticaretle uğraşmamı isterdi. Hatta okumamı bile istemiyordu. Büyükbaş, küçükbaş hayvanlarımız vardı, köyde yaşıyorduk. Ama hiçbir şeyin, insanın hayatını etkileyebilecek asıl değerin para olmadığını o çocuk yaşta keşfetmeye başlamıştım. Ailemi tehdit ettim, “intihar ederim” dedim.

Ama yapmayacaktınız tabii ki, değil mi?

O yaşın verdiği gereklilik ne olurdu bilmiyorum... Ama biraz oyun tarafı vardı. Özellikle gittiğim, ahır vardı. Ahırda atlar için ayırdığımız samanlık falan vardı. Bir gece ahırda kaldım, gitmedim eve. Babam işin ciddiyetini anladı, aramaya başladılar. Sonra kardeşim beni buldu. Dedim ki, ‘biraz daha yumuşasınlar öyle çıkayım.’ Bu kaçamak güzel bir hatıra kaldı bende. Ama işte o hikâye sayesinde ben buralara gelebildim.

“HEDEFİM BAŞKALARININ MEMNUNİYETİ DEĞİLDİ”

O tarihlerde köyde mi yaşıyordunuz?

Evet. Bitlis’te, köyde yaşıyorduk. Köyden sanata yönelmek gerçekten çok zordu. Biz taşraya yerleşmiştik, mezra gibi bir yerdeydik. Orada yatılı okulda eğitim gördüm. Özellikle doğuda bir ilçe köyünde sanata adım atmam o dönemde çok zordu. ‘Neyine güvenerek gidiyor?! diye tepkiler oluyordu. Maddi durum düşünülüyordu. Ayrıca Türkiye’nin o zamanlar çok alışık olmadığı bir sanat anlayışı vardı. Benim temel hedefim başkalarının memnuniyeti değildi. Kendi içimde ileride mutlu olabileceğim bir mesleği elde etmekti. Kendime fırsatlar yaratmak istiyordum. Ağır işlerde çalıştım. O zorlukları görünce “Hayatım bu olmamalı” dedim. İşin ticari boyutu da fiziki boyutu da beni tatmin etmedi. Kaldırım taşlarında çalıştım, karayollarında çalıştım. Hayatın yükünü çok erken tanıdım.

Üniversite ve sergi sürecine nasıl adım attınız?

Zaten lise hayatımda birincilikle başlamıştım. Özellikle kara kalem portre siparişleri alınca bu işi daha çok sevdim. Liseden de dereceyle mezun oldum. O yörede hep ‘Ne olacaksın? Ne kazanacaksın?’ gibi söylemler vardı, bunları geride bırakmak istiyordum. Üniversiteye girdim; Marmara Üniversitesi Resim Bölümü’ne, 3 bin kişi arasından birinci oldum. Eğitim sürecinde kendi grubumuzla, aileden fazla yardım almadan, Taksim’de çizimler yaparak gelirimi sağladım. Üniversite üçüncü sınıfta ilk kişisel sergimi fakültenin galerisinde açtım. 2018’de ise Taksim’de Oda Kule Sanat Galerisi’nde kişisel sergi açtım; 67 eserden 63’ünü sattım. Çoğu eseri sanayici ve koleksiyonerler aldı.

“BABAM, ‘BÜTÜN BUNLAR BENİM SAYEMDE’ DEDİ. BÜTÜN BAŞARIYI KENDİNE MAL ETTİ”

Başarıdan başarıya koşmuşsunuz öğrenciyken para kazanmışsınız. Ailenizin düşünleri değişti mi?

Özellikle üniversite mezuniyetinden sonra ben kişisel resim sergimi açtım. Büyük bir para getirisi oldu. Babam da, ‘Bütün bunlar benim sayemde’ dedi. Bütün başarıyı kendine mal etti. (Gülüyor) ‘Öyle değil mi?’ dedi. Hatta bastırarak cevapladım, ‘öyledir’ dedim.

Kaç yıldır Mersin'desiniz?

Ben 2017 yılının sonu, 2017-2018 arası geldim. Zaten gelir gelmez ilk işim eğitim sektörüne atılmak oldu. Bir işyeri vardı, baştan sona yeniledim. Ücretli öğretmenlik yaptım. Ciddi şekilde bir getirisi vardı. Çünkü mezuniyetim olsun, aldığım ödüller, belgeler bana ciddi bir imaj kazandırmıştı. Bir iki yıl çalıştım, kursu da beraberinde ilerletmeye çalıştım. Sonra yoğunluk olunca özel eğitimi bıraktım. Sadece kendi işletmeme ağırlık vermeye başladım.

Eğitimde başarıyı öğrencileriniz için nasıl tanımlıyorsunuz?

Eğitimde başarı çok önemli; başarı yüzdesi ne kadar yüksek olursa talep de o kadar artıyor. O zamanların başarı oranı hep yüzde 99-100 civarındaydı. Bizim temel amacımız sadece öğrenciyi kazandırmak değil, ileride mesleki anlamda attığımız temeller üzerine yeni yapılar oluşturabilmesini sağlamak. Öğrenci bunu anladığında kendine gerçek bir eser, gerçek bir kimlik oluşturabilir ve sanat yolunda ilerleyebilir. Sanatta temel altyapı eksikse istediğin kadar uğraş, tesadüf eseri anlamlı bir sanat eseri ortaya çıkmaz. Duygular, düşünceler, eğitim ve teknik bir araya geldiğinde anlamlı bir bütün oluşur.

Sanat yolunda ilerlerken temel eğitim neden bu kadar önemli?

Sanatta adım adım ilerlemek gerekiyor. Önce gerçekçiliği öğrenmek, ışık-gölge ve çizgi değerlerini doğru görmek şart. Temel eğitim tamamlandıktan sonra öğrenci soyutlamaya veya postmodern anlayışa yönelebilir. Her akımın empresyonizm, ekspresyonizm, realizm, romantizm kendi anlayışı farklıdır ama hepsinin temeli sağlam bir eğitimden geçer. Önce çizimi, geçişleri, taramayı, ışık-gölgeyi öğrenir; sonra bunları bozma yoluna girer ve kendine ait bir kimlik oluşturur.

“SANAT, İNSANIN DUYGULARIYLA ÜRETTİĞİ BİR ŞEYDİR”

Yapay zekâ artık her şeyi, hatta birçok tabloyu yapabiliyor. Bu durum sanatçılar için korkutucu mu?

Sanatçıları çok korkutacağını düşünmüyorum, öyle de olmamalı. Yapay zekânın belli bir yazılım sistemi vardır; her ne kadar eser üretebilse de ruhun özgürlüğünü göremiyoruz. Çünkü yapaydır ve onu da yapan insandır. Aslında yapay zekâ bir sanat eseridir ama yeni bir sanat eseri doğurmaz. Bilimsel tekniklerle desteklidir, ancak o zaman sanat değil, matematik ya da mantık olur. Sanat, insanın duygularıyla ürettiği bir şeydir. Her sanatçı farklı duygularla eser verir. Bu yüzden yapay zekânın gerçek bir sanat eseri oluşturacağını düşünmüyorum. İnsan eliyle var olan bir şeyin başka bir nesne üretmesi sanatsal açıdan etik değildir. Sanat duygularla üretilmelidir. Eserlerde çizgi ve ton dengesine dikkat ediyoruz; koyu, orta ve açık çizgiler bir arada olmalı, bütünlüğü bozmadan çalışmayı güçlendirmeli.

Sanatta başarı için yetenek mi, istek mi daha önemlidir?

Hepsinin ortak noktası insanın istekleridir. İstek merkezde olduğu sürece insan nereye giderse gitsin, o hedefe ulaşmak ister. Bizde de durum böyle; öğrencinin yaşına bakmıyoruz, her yaşta öğrencimiz var. Eğitim hayatında yaş önemli değildir. Bir insan mesleğini seviyorsa ve gerekliliklerini yerine getiriyorsa, mutlaka başarılı olur. Bu resim için de geçerlidir, müzik, hukuk ya da başka meslekler için de. Kişi sevdiği işi yaparken ‘benden iyisi olmamalı’ diyebilmeli. Araştırmaya açık, sürekli üreten ve çizmeye devam eden biri her alanda ilerler. Mersin’de binlerce kişi resimle ilgileniyor ama içlerinden sadece az bir kısmı öne çıkıyor. Çünkü biri gerçekten istiyor ve çalışıyor, diğeri yetenekli ama pasif kalıyor. Öğrenci hem istekli hem atılgan olmalı; sadece yetenek yeterli değildir. Sanat, soyut kavramlara ulaşabilmek için somuta ve resimde doyum noktasına ulaşmak gerçekçilik gerektiğini savunur. Onun için her bir sanatçının gerçekçilik anlamında bir doyum noktasına sahip olması gerektiğini savunur.

Yetenek nasıl keşfedilir?

Yetenek bazen çevre tarafından, bazen de öğretmenler tarafından fark edilir. Ancak öğrencilerde özgüven eksikliği olabilir; iyi çizseler bile yapamayacaklarını düşünebilirler. İşte burada öğretmene büyük görev düşer. Özellikle ortaokul öğretmenleri bu konuda daha dikkatli olmalıdır. Bazı öğretmenler öğrencisinin yeteneğini fark edip velilere destek çağrısı yapıyor, ama ne yazık ki ekonomik koşullar ve sanatın yeterince değer görmemesi insanları sanattan uzaklaştırabiliyor.

“AİLELER, ÇOCUKLARININ ÖNÜNDE ENGEL OLMAMALI”

Unutamadığınız, sizi etkileyen bir olay var mı?

Milli Eğitimde atanmış matematik öğretmeninin bütün koşulları bırakıp ciddi bir karar alarak sanata yönelmesi beni şaşırtmıştı. İşin içine girdikçe buna benzer birçok örnekle karşılaştım. Avukat, mimar, hatta üç farklı mühendislik bölümünü bitirip seramik bölümüne yerleşen öğrenciler gördüm. İlk bakışta tuhaf gelebilir ama onların iç dünyasını ne yaşadıklarını ve hayattan ne beklediklerini bilemeyiz. Bugün baktığımda, iyi ki böyle yapmışlar diyorum. Kendilerine yeni bir alan açmışlar; örneğin, Almanya’ya seramik gönderip özel boyalarla çalışmalar yapanlar var. Bir öğrencim, ‘Keşke ailem engel olmasaydı, ben bu işe daha önce girerdim.’ dediğinde, insanın hayallerinin peşinden gitmesinin önemini bir kez daha anladım. Buradan çıkarılacak en önemli mesaj, ailelerin çocuklarının önünde engel olmaması gerektiğidir. Onların yeteneklerini keşfetmelerine yardımcı olmalı ve buna uygun yollar açmalıdırlar.

Son olarak eklemek isteğiniz bir şey var mı?

Her yıl 40’tan fazla öğrenci yetiştiriyoruz. Bu, özellikle teknolojinin gençleri meşgul ettiği bir dönemde umut verici. Ailelere tavsiyem, sanat sadece resimle sınırlı değildir; çocuklarınızı yeteneklerini keşfetmeleri ve üretmeye devam etmeleri konusunda destekleyin. İnsanlarımızın, özellikle Türkiye’de yaşayan bireylerin, resme ve genel olarak sanata karşı önyargılarını kırmaları gerekiyor. Sanatın ne kadar önemli bir değer olduğunu anlamak ve buna destek vermek hepimizin sorumluluğudur.

 

 

 

 

 

 

 


Etiket:


Yorum Ekle comment Yorumlar (0)

 
 
  SOSYAL MEDYA
 
 
  GAZETEMİZ
 
 
  BASIN İLAN
 
 
  HAVA DURUMU
 
 
  FACEBOOK
 

 
 
 


 

Siteden yararlanırken yayın politikamızı okumanızı tavsiye ederiz. mersinhakimiyet.com © Copyright 2019-2025 Tüm hakları saklıdır.
İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz. mersinhakimiyet.com basın ve yayın meslek ilkelerine uyar.

URA MEDYA