RÖPORTAJ: RAZİYE ERDEN YILDIRIM
Kimya Öğretmeni Sevda Erdoğan mum atölyesinde kokulu mumlar üretirken, babası Muhsin Sönmez’de bambudan çeşit çeşit sepet örüyor. Baba kız el emeği göz nuru ürünlerini ortak sergide satışa sunuyor.
Babasıyla bir alışveriş şenliğinin standında tanıştık.
Kokulu, birbirinden güzel mumlar satıyordu.
Yanına gittiğimde, “kızım yapıyor mumları” dedi.
“Kendisi nerede?” diye sorduğumda ise, “okulda, gelemedi… O kimya öğretmeni” diye ekledi.
Hop! İşte o anda bende bir merak oluştu. Tasarımların sahibi bir öğretmenken, mumlarla uğraşmak nasıl bir duyguydu acaba?
Hemen numarasını aldım, aradım. Telefon uzun uzun çaldı… Açtığında, nedense kimyasallarla uğraşan insanların o keskin mimiklerinden yola çıkarak sert, mesafeli bir ses bekliyordum. Ama yanılmışım telefondaki ses hiç de düşündüğüm gibi değildi; tam aksine gayet kibar ve yumuşaktı.
Sevda Erdoğan ile konuşmaya başladık. Tarihi, saati belirledik ve atölyesinde buluştuk.
Ama bir geldim ki! Hoppalaa!
Karşımda gencecik, cıvıl cıvıl, neşe saçan, pozitif mi pozitif, dimdik bir kadın! O enerjiyi görseniz… İnsanın içini açıyor.
Meğer her şey evde başlamış. Mumlara olan merakı büyüyünce, kimya öğretmeni olmanın tüm avantajını sonuna kadar kullanmış. Gramajından kokunun kaç damla olacağına, ısısından rengin yoğunluğuna kadar her şeyi bilimsel bir titizlikle ayarlayarak profesyonel, karakteri olan mumlar üretmeye başlamış.
Mum işi tutmuş bir o kadar da sevilmiş… O da “Hadi o zaman” deyip, kendi atölyesini açmış.
Sıcacık, samimi, mis gibi kokan bir ortam… Gidiyorsunuz, hem Sevda Hanım’ın enerjisinin hem de kokuların etkisine kapılıyorsunuz. Kalkasınız gelmiyor hem vallahi hem billahi.
Ve hikâyenin en tatlı kısmı da burada başlıyor…
Sevda Hanım’ın babası Muhsin Sönmez. Hani bazı insanlar vardır, elinin değdiği her şey güzelleşir… İşte tam öyle biri Sevda Hanım. Derslerin, sınavların peşi sıra koşup stantlara yetişirken bir gün “Baba… Şu bambudan bir sepet örmeyi denesene!” diyor. Sıradan bir istek gibi düşünüyorsunuz değil mi? Yok. Hiç öyle olmuyor.
Muhsin Bey o sepeti bir örüyor, pir örüyor…
Sonrası? Tam bir “alışkanlık yapar” hikâyesi!
Sepetler çoğalıyor, kutular çeşitleniyor, ev yavaş yavaş minik bir atölyeye dönüşüyor. Ürünler birikiyor, renkler, dokular, formlar… Derken kendilerini ortak standlarda satışta buluyorlar.
Başarı dediğimiz şey bazen büyük sözlerle değil; bir sepet örerek başlıyor, bir dokunuşla büyüyor.
Bazı kadınlar hikâyeyi değiştirmekle kalmaz, ona yeni bir ruh katar. Sevda da tam öyle… Üretiyor, dönüştürüyor, güzelleştiriyor.
Sevda Erdoğan başarı serüvenini anlatırken not tuttuk. Şimdi sofraya buyurun…
Öncelikle sizi tanıyalım…
Sevda Erdoğan. 15 yıldır kimya öğretmeniyim ama son yıllarda hayatımda bambaşka bir alan açıldı: üretmek. Thecoralart markasıyla el emeği, sadelik ve zarafeti bir araya getiren bir üretim dünyası kurdum. Bu yolculuk aslında kendimi yeniden tanımamı sağladı; hem bilimin hem sanatın içinde kendi ışığımı buldum diyebilirim.
15 yıllık kimya öğretmenisiniz ama aynı zamanda bir mum ustasısınız. İkisi çok farklı gibi ama belki de değil… Sizin için kimya mı, mum mu?
Aslında hiç de farklı değiller. Kimya bana üretmenin formülünü, mum ise o üretime anlam katmayı öğretti. Kimya bilimle ilgilidir ama aynı zamanda dönüşümle de ilgilidir; mum yapmak da bir dönüşüm süreci. Bir formülün işe yaradığını görmek kadar, o formülün duyguyla birleşip ışığa dönüşmesi de bana büyük bir tatmin veriyor. Yani biri aklımı, diğeri kalbimi besliyor.
Mum yapmakla öğretmenlik arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz? (Kimya mı galip geliyor, el emeği mi?)
Bence ikisi de birbirini tamamlıyor. Öğretmenlik sabır, dikkat ve gözlem gerektirir. Mum yapımı da öyle. Bir öğrencinin gelişimini izlemekle, bir mumun donuşunu izlemek arasında benzer bir huzur var. Her iki süreçte de emek var, zaman var ve sonunda bir ışık ortaya çıkıyor.
2020 yılında nasıl başladı bu mum hikâyesi?
Pandemi döneminde evde kaldığımız o süreçte kendime vakit ayırabildim. O dönemde önce rattan bambu ile çalışmaya başladım; sepetler, tabak altlıkları, dekoratif objeler örüyordum. El işi hep ilgimi çekerdi ama bambu bana sabrı öğretti. Bir gün o ürettiğim sepetlerin içine bir şeyler yerleştirmek istedim ve mumla tanıştım. İlk dökümümü yaptığımda hissettiğim huzur, bana “işte bu” dedirtti.
Yani önce bambu vardı ama ruhumu gerçekten muma dökerek buldum.
İlk yaptığınız mumu hatırlıyor musunuz? Nasıl bir duyguydu o an?
Evet, o günü çok net hatırlıyorum. O kadar heyecanlıydım ki sonucu hemen görmek istedim. Ama ilk denemede istediğim doku ve sonuç bir türlü oluşmadı. Kısacası hata yaptım.
Fakat o noktada kimya bilgim devreye girdi. Karışım oranlarını, ısıyı, soğuma süresini yeniden hesapladım. Defalarca denedim, test ettim. Her hatada bir şey öğrendim ve sonunda doğru formüle ulaştım. O gün anladım ki hata, doğru yolu bulmanın en değerli parçası. O yüzden ürettiğim ilk mum benim için bir dönüm noktasıydı.
Babanız rattan sepetler örüyor, siz de mum yapıyorsunuz. Bu üretim sürecinde nasıl bir işbirliği içindesiniz?
Aslında bu hikâye çok tatlı başladı. İlk başta bambu örmeyi babama ben gösterdim ama sonra o kadar ustalaştı ki şu anda benden çok daha iyi işler çıkarıyor. Şimdi bambu ve kâğıttan sepetler örüyor, bazen özel siparişlerde renkli tasarımlar bile yapıyor. Ürettiklerimizi kombinleyip mumlarla birlikte set haline getiriyoruz. Bu baba kız üretimi bana hem gurur hem mutluluk veriyor. Çünkü her ürünün arkasında iki farklı elin emeği var ama aynı kalp ritmiyle yapılıyor.
İNSANLAR BU BİRLİKTELİĞİ ÇOK SEVİYOR; “GERÇEK BİR AİLE EMEĞİ” DİYOR
Stantlarda birlikte satış yapma fikri nasıl ortaya çıktı? Baba kız çatışması yaşıyor musunuz?
(Gülüyor) Yaklaşık iki yıldır belediyelerin ve toplulukların açtığı stantlara katılıyorum. Önceleri tek başımaydım ama şimdi baba kız birlikte yer alıyoruz. Ben mumlarımı sergiliyorum, babam bambu sepetlerini. İnsanlar bu birlikteliği çok seviyor, “Gerçek bir aile emeği” diyorlar.
Baba kız çatışması derseniz, sadece tezgâh düzeninde yaşanıyor. O “Ürün sağlam dursun” diyor, ben “Estetik dursun” diyorum. Sonunda orta yolu buluyoruz.
Atölye açma fikri nasıl doğdu? “Tamam, artık kendi yerimi açıyorum” dediğiniz an…
Evde üretim yaparken bir süre sonra her yer mum doldu. O zaman fark ettim ki artık bu sadece bana özel bir uğraş değil, paylaşmam gereken bir yol. Kendi atölyemi açmak hem profesyonel bir adım hem de özgür bir alan yaratmak demekti. O günden beri atölyem sadece üretim değil, paylaşımın da merkezi oldu.
Atölyenizde bir gün nasıl geçiyor?
Günüm mutlaka bir kahveyle başlar. Sonra üretim planı çıkar, dökümler, etiketleme, paketleme… Bazen günün sonunda atölyeye yayılan kokulara bakıp sadece “Bugün de güzel geçti” derim.
O an bütün yorgunluğum geçer, çünkü ürettiğim her mum birine ulaşacak bir hikâye taşır.
Mumlarınızın kaplarını da siz mi yapıyorsunuz?
Evet, Thecoralart’ta sadece mumu değil, onun içinde yer aldığı kapları da kendim tasarlayıp üretiyorum. Taş tozu ve özel karışımlarla hazırladığım bu kaplar hem estetik hem de dayanıklı oluyor.
Her formu tek tek kalıpla döküyorum, zımparalıyorum, boyuyorum ve koruyucu cila ile tamamlıyorum. Bu süreç hem el emeği hem de teknik bilgi gerektiriyor; o yüzden kimya altyapım burada da çok işe yarıyor. Her kap, içinde taşıdığı mum kadar özel. İnsanlar ürünümü eline aldığında “gerçekten el yapımı” hissini yaşasın istiyorum. Bence bir mumun ışığı kadar, o ışığın içinden yükseldiği form da hikâyenin bir parçası olmalı.
Workshoplarınızdan da bahsedelim…
Atölyemde hem yetişkinlere hem de anne çocuk gruplarına özel mum workshopları düzenliyorum. Katılımcılar kendi mumlarını döküyor, kokusunu seçiyor, tasarımlarını yapıyor. Bu süreç çok keyifli çünkü üretirken insanlar kendilerini keşfediyor. Ayrıca isteyenler kendi arkadaş gruplarıyla rezervasyon yaparak özel workshoplar da oluşturabiliyor. Birlikte üretmek, birlikte öğrenmek… Atölyenin en güzel tarafı bu.
Kendi markanızı oluştururken neyi ön planda tuttunuz? Koku, estetik, enerji, doğallık…
En başından beri doğallık ve sadelik benim için öncelikliydi. Thecoralart’ta her şey sade ama özenli olsun istedim. Her ürünün bir hikâyesi var ama bu hikâyeler ulaşılabilir, samimi ve içten. İnsanların bir Thecoralart mumu yaktığında “evdeyim” hissini yaşasın istiyorum. Soya wax kullanıyorum; çünkü temiz yanışı, uzun ömrü ve çevre dostu yapısıyla bana en uygun malzeme. Her kokunun bir duygusu, her tasarımın bir amacı var. Bence zarafet zaten sadelikte gizli.
Peki, markanızın ismi “Thecoralart”… Neden bu isim?
Bu isim aslında benim için çok özel. “Coral” İngilizce’de mercan demek yani kızımın adı. “Thecoralart” ismini koyarken, onun adını bir ışık olarak yaşatmak istedim. Çünkü bu markanın kalbinde o var. O yüzden Thecoralart benim için sadece bir marka değil, anne kız arasındaki sevginin, emeğin ve ilhamın simgesi. “Art” kelimesi ise bu sevginin sanata dönüştüğünü anlatıyor. Her üretimde kızımın ismini taşımak, bana hem güç hem de sorumluluk veriyor.
Öğretmenlik gibi köklü bir mesleğiniz varken yeni bir işe girişmek kolay olmadı sanırım… En zor kısmı neydi?
En zor kısmı, konfor alanından çıkmak oldu. Ama bir kez başladığınızda, üretmenin verdiği güç her korkuyu unutturuyor. Bugün geriye dönüp baktığımda, “iyi ki başlamışım” diyorum. Çünkü her mum, aslında bir dönüm noktasıydı benim için.
Bundan sonra hayaliniz nedir?
En büyük hayalim, Thecoralart’ı dünyaya açılan bir marka haline getirmek. Türkiye’den çıkan, el emeğini ve zarafeti temsil eden bir marka olarak farklı ülkelerde de ışığımızı yaymak istiyorum. Yeni koleksiyonlar, uluslararası etkinlikler, hatta başka şehirlerde atölyeler… Hepsi yolun bir parçası. Ama en önemlisi, bu ışığın samimiyetini korumak.
Son olarak… Bir mum yaksanız, o mumun adı ne olurdu?
“Başlangıç.” Çünkü her alev, yeniden başlamak demek. Benim için her üretim bir umut, bir nefes ve bir teşekkür. Bugün dönüp baktığımda, sadece mum üretmiyorum; aslında ışığı çoğaltıyorum.
|