Oğuz Atay’ın başyapıtı, “Tutunamayanlar”a tutunarak başlasın bu yazı:
“Yurdumuzun semalarında ağır bir hava esiyor Olric.
Garip işler oluyor Olric, karışık işler!
*
Muallim Hanım konuşurken sustum, kulak verip dinledim:
“Ekmek de yemeyeceksiniz…
Pilav da yemeyeceksiniz…
Pirinç de yemeyeceksiniz…
Bulgur da yemeyeceksiniz…
Çavdar da yemeyeceksiniz….
Yulaf da yemeyeceksiniz…
Makarna da yemeyeceksiniz.”
*
Muallim Hanım sustuğunda, yanıt verdim:
“Bir” sayısının karşılığı Farsçada “Yek”tir.
Yediğimiz ne ki zaten?
Her lokmasını sayarak yediğimiz kuru ekmek. Yek ekmek.
Yemeyeceklerimizi değil de yiyemediklerimizi işitsen hâlimize acırsın Muallim Hanım.
- Et de yiyemiyoruz.
- Tavuk da yiyemiyoruz.
- Yumurta da yiyemiyoruz.
- Balık da yiyemiyoruz.
- Porsiyonları küçültmüştük zaten.
- Artık birbirimizi yiyoruz!
*
Şaşırdık hayat, yorulduk Muallim Hanım!
Baştan sona gurbet, A’dan Z’ye yokluk, 7’den 77’ye yoksulluk çok yordu bizi.
Gözlerimizin feri, gönlümüzün şevki kaçtı.
Bezgin, bitkin, üzgün, soluk alamaz hâldeyiz.
Derdimiz, mutsuz çoğunluk.
Dahası ve de acısı 7’den 77’ye umut yok hanemizde!
Şaşırdık hayat, yorulduk Muallim Hanım!
- Ekmek yemiyoruz... Pilav, pirinç, bulgur, çavdar, yulaf, makarna…
Artık birbirimizi yiyoruz!
*
Bu ülkede konuşmak, tehlikeli…
Susmak, en az ‘konuşmak kadar tehlikeli!’
Susmak mı zor, konuşmak mı?
Kulak verdim Oğuz Atay’a, yanıt aradım soruya:
- Çok şey vardı anlatılacak o yüzden sustum. Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı. Sen duydun mu sustuklarımı?
*
Bitirirken…
Şu sıralar, bu aralar inişlerim yokuşlarım var. Düşmelerde kalkmalardayım. Kafam sersem sepet; sisli, bulanık, dumanlı. Sabrım, iki dik bayır arasındaki küçük koyda demirli.
Şu hâlde, “Tutunamayanlar”a tutunarak bitsin bu yazı:
“Yurdumuzun semalarında ağır bir hava esiyor Olric.
Garip işler oluyor Olric, karışık işler!
- Susalım mı Olric?